Eskiden sadece bizim sektörün (reklamcılığın) derdiydi: yaratıcı olmak. Şimdi tüm sektörlere, tüm departmanlara sıçradı. Düzenli olarak fikir üretmek. İşimizle alakalı yeni ve şimdiye kadar uygulanmamış yöntemler geliştirmek.
Gerçekten mümkün mü? Profesyonel bir fikir üreticisi olmak? Her seferinde işe yarayan çözümcü fikirler üretmek?
İşte size, kendim için derlediğim bir kullanma kılavuzu!
Önce iki temel kavramı netleştirmek gerekiyor.
Birincisi, fikrin yoktan var olduğu, ilham perileriyle gelen bir şey olduğu yanlış anlaması. İyi bir fikir o kadar etkileyici bir biçimde zihnimizde canlanıyor ve hayatımızda o kadar çok şeyi kısa sürede değiştirebiliyor ki… Keşfetmeden öncesiyle keşfettikten sonrasındaki fark o kadar büyük ki eskiden beri fikir üretmeyi tanrısal bir şey olarak tarif etmişiz. Halbuki fikir sadece dünyada var olan nesnelerin ve bilgilerin daha evvel bir araya gelmedikleri bir biçimde bir araya gelmesinden oluşan bir şey. Ve ne yazık ki hayal gücümüz bildiklerimiz, tecrübe ettiklerimiz ve hissettiklerimizle sınırlı.
Bu biraz kalp kırıcı.
Üniversitedeki plastik sanatlar hocamın, “Sadece üç çeşit çizgi var: düz çizgi, kırık çizgi, eğik çizgi… biçimlerin tümünü bunlar yapar.” dediğindeki yaşadığım hayal kırıklığını hatırlıyorum ve şimdi sizin yaptığınız gibi yeni bir çizgi için aklımı boşuna zorladığımı…
Netleşmesi gereken ikinci kavram ise “fikrin uygulanması”. Fikri düşünmüş olmamızla uygulamamız birbirinden farklı iki durum. Fikrimizin uygulanabilir olması için üç temel bileşeninin bir araya gelmesi gerekiyor. Doğru zaman, uygulayabilecek bir ekip, fikrin kendisi. Kişisel fikrim, bu üç bileşenin bir araya gelemediği, tüm fikirlerin çöp olduğudur.
Sorumuza geri dönelim, yaratıcı bir beyne hem de düzenli olarak yaratıcı olabilecek bir beyne nasıl sahip olabiliriz?
BİR
Dinamik bir ruh haline sahip ol!
Merak eden, soru soran, eleştirel bakabilen, problem çıkartmaktan korkmayan bir ruh hali. Bu ruh halimiz olmadan problemleri fark etmiyoruz. Problemi göremezsek cevapları için hiç çalışamayız.
Bu bölüm yaratıcılığın neden sürdürülebilir olmasının çok zor olduğunu fark ettiğim bölümdür.
On yedi yirmi yedi yaşları arasında merak ederek, eleştirel bakarak sorunlardan korkmadan yaşamak kolay. Zaten hayatı öğreniyoruz, korumamız gereken çok bir şeye sahip değiliz, giden her şeyin yenisini yapabilecek gücü içimizde hissedebiliyoruz. Ama otuzunda, otuz beşinde, kırk beşinde, artık korumamız gereken şeyler olduğunu düşündüğümüz zamanlarda; iki üç çocuğumuz varken, bankada paramız varken, ödenmesi gereken taksitler varken… Hayatla ilgili sorunlar çıkartmak, itiraz etmek, eleştirmek; bu biraz cesaret isteyen bir iş. Ruhumuz gittikçe daha büyük bir baskıyla kendini koruyacak ve daha az enerji harcamamıza sebep olacak, alışkanlıklarına devam etmek isteyecektir. Buna hazırlıklı olmak ve direnç göstermek zorundasınız.
İKİ
Tecrübelerini sorgula, düzenle ve depola!
Yaratıcı bir akıl için birbirinden bağımsızmış gibi görünen birçok konuda bilgiye ve tecrübeye ihtiyacımız var. Bunu bir tür kütüphane olarak hayal edelim. İşlevsel ve kullanışlı bir kütüphaneniz olması, aradığınızı aradığınız an bulabilmeniz için iyi bir “raflama” sistemine ihtiyacınız olacak. Zihninizde bunu yapmanın yolu, büyük sorular sormak ve cevaplarını aramak.
Ben neden varım?
Gerçekten aşk nedir?
Ben ölürsem ne olacak?
Neden doğdum?
Babam suç işlese polise şikayet eder miyim?
Zorda kalsam birini öldürür müyüm?
Görebildiğim uzayda kaç yıldız var?
Bu ve benzeri soruları kendimize gerçekten samimiyetle sorduğumuz her an zihnimiz yüzlerce kitabı içinde kolayca bulabileceğimiz bir raflama sistemi açıyor. Cevapların neler olduğunun bir önemi yok. Siz hangi cevabı seçmişseniz onunla doldurun kütüphanenizin raflarını. Eğer büyük sorular sormazsanız rastladığınız bilgileri telefon rehberi gibi aklınızda tutmaya çalışırsınız ki bu neredeyse mümkün değil.
Şöyle örneklendireyim: Eğer suç, vicdan azabı, suçlu, adalet gibi kavramlarla ilgili büyük sorular sorup cevaplar aramamışsanız… Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’sından aklınızda “Adamın biri bir kadını öldürdü; sonra da vicdan azabı çekti…” den başka bir şey kalmaz ki iki ciltlik bu romana çok büyük haksızlık olur.
ÜÇ
Kişisel kütüphanene yeni kitaplar eklemekten korkma!
Bu kütüphaneyi devamlı yeni bilgi ve tecrübelerle doldurmak; zamanın geçişine uygun bir biçimde güncellemek. Bunu da yaşamsal bir alışkanlığa dönüştürmek çok zor, biliyorum. Film izleyerek, sosyal medyada aynı tip kesikli dataların içinde dolanarak, birbirine çok benzer ilişkilerle benzer mekanlarda aylarca yıllarca vakit geçirerek bunu yapmamız neredeyse mümkün değil.
Yeni bir şeyler öğrenmek bizi en çok yoran davranış. Bu yüzden bedenimiz ve zihnimiz bize alışkanlıklar edinmek ve bu alışkanlıkların içinde kalmamız için çeşitli oyunlar oynar. İşten eve gitmemizin yeni bir yolunu denemek için bile “Bugün bunu deneyecek hiç enerjim yok.” diye tanımlarız. Çoğunlukla daha çok yol yürümekten korktuğumuz için değildir, yeni şeyler öğrenmek zorunda kalacağımız için enerji bulamayız kendimizde. İkinci maddede bahsettiğim ‘merak eden, soru soran ruh hali’ burada yardımımıza koşabilir.
DÖRT
Kendini yenilemekten asla vazgeçme!
Merak etmeyi, soru sormayı, eleştirel bakmayı öğrendik; edindiğimiz bilgi ve tecrübeler için psikolojimizi zorlayacak kadar zor ve büyük sorular sorduk; düzenli olarak yeni şeyler öğrenmeye devam ediyoruz. Bunların tümünün birlikte yaratıcı bir sonuca varabilmeleri için artı bir enerjiye, heyecana ihtiyaç duyuyoruz. İşte bu bölüm de bugün yaratıcılık konusunda gayet iyiyken bir hafta sonra kendimizi tamamen kurumuş gibi hissetmemizin nedeni.
Yaratıcı bir zihin devamlı duygusal olarak bir yükselme, heyecanlanma istiyor. Bu heyecanı çalışacak motorun enerji kaynağı olarak düşünebiliriz. Mesela aşk çok iyi geliyor. Aşık olduğumuz dönemlerde sanatsal becerilerimizin artması -ya da arttığını sanmamız- boşuna değil.
Daha çok eski sanatçılarda görülen yaratma buhranı da aslında bu ihtiyacın bir sonucu. Duygusal olarak büyük değişimler yaşamak için ölüm gibi yüksek melodramlar gibi konularla tehdit ederler kendilerini. Eğer mutlu olamıyorsan yükselmek için, intiharla tehdit edip çökertirsin kendini. Yaratıcılığın artar birçok psikolojik problemle beraber.
Bizim sektör çoğunlukla adrenalini yükseltecek şeylerle bu tür yükselmeleri organize ediyor. İşin doğrusu motor kullanmak ve ‘Bungee Jumping’ bende de işe yarıyor.
Yaratıcı bir zihni ömrümüz boyunca istiyorsak, bunlar çok güçlü ama bir o kadar da geçici çözümler. Yaşamımızda bizi duygusal olarak heyecanlandırabilecek küçüklü büyüklü yeni şeyler keşfetmek/fark etmek zorundayız. Mesela yeni insanlarla tanışmak, birilerini özlemek ve kavuşmak. Yeni yerler görmeye gitmek… Bu heyecanlar zihnimizin yaratıcı yönü için gerekli olan enerjiyi üretiyor.
Hikayeyi özetlersek; ruh halini iyi organize edilmiş bir ‘sen’le, büyük sorular sorarak hazırlanmış bir zihin kütüphanesi, düzenli olarak yeni bilgi girişi, ve son olarak bunlar arasındaki bağı devamlı kurabilecek pozitif heyecanların toplamı içindeki yaratıcılığı ortaya çıkarmaya yeter.
Hem de her zaman…