YAKIN GELECEK 2024/35. hafta

Biraz kültürel evrim. Birkaç yakın geleceğimizi etkileyecek güncel gelişmeler, hafif nostalji, yeni tanışmalar, orjinal fikirler, özenle seçtiğim kanaat önderleri eşliğinde kısık ateşte…

Özetlersek, 2024 yılının 35. haftasından kendime aldığım notlar…


Geçmiş Gazete projesi, ister istemez bir alışkanlık olarak, dünya ve Türkiye gündemini göz ucuyla takip etmeme neden oldu.

Temmuz ayının ortalarından bu yana hem dünyayı hem de Türkiyeyi önemli ve kritik seviyede etkileyebilecek olaylar silsilesinde önemli bir artış var. Son bir buçuk aydır yaşananları kısaca özetlersem sanırım siz de katılacaksınızdır. Üzerine günlerce konuşmamız gereken birçok haber bir başka gündemin baskısı altında kayboldu gitti.

Donald Trump’a (Eski ABD başkanı, yeni aday) suikast girişimi. Vergi politikasında önemli değişim. Aktif Amerikan Başkanının yaşlılıktan kaynaklı çekilmesi. Paris Olimpiyatları (Karizmatik duruşuyla Yusuf Dikeç). Hayvan hakları yasasındaki değişiklik. Hamas lideri ve Hizbullah komutanına suikast. İnstagramın yasaklanması. Borsadaki ani düşüş. Mecliste yumruklu kavga. 73 yerde birden çıkan yangın. Bir de bunların tümüne eşlik eden ekonomik problemlerimiz.

Eray Özer’in bu konuya farklı bir bakış açısı var.

Gündem ne zaman böyle karmaşıklaşsa büyük taşlar yerinden oynuyor hissine kapılıyorum.


Milli kimliklerin ve değerlerin kaynaşması üzerine kurulan Olimpiyat Oyunları “mültecileri” ayrı bir milli yapı gibi ele aldı. Nereden nereye göç ettiğinden bağımsız yani milli değerlerden millî temel kültürlerden bağımsız sadece mülteci olmak ayrıca bir değer grubuna dönüşür mü? Göçmenliğin dünyada sembolik bir seviyede de olsa tanındığı ilk organizasyon denilebilir. Görünen köy, biz bu göçmenlik konusunu daha çook konuşacağız.

Olimpiyat Oyunları’nda Mülteci Olimpiyat Takımını merak edenler…

Ben bu Olimpiyatlarda fark ettim ama 2016 yılından bu yana varmış bu arada…


İletişim, sosyal medya, işletmecilik, finans gibi göreceli olarak yeni ve batıdan devşirerek tutunmaya çalıştığımız konularla ilgili bir şey fark ediyorum.

Bu konularda binlerce kitap ve makale çevirisi yapıldığı halde henüz Türkçeleşmediler. Bizim zihin yapımıza, hikayelerimize uygun hale gelmediler. O yüzden bu konularda Türkiyeden nitelikli şeyler üretmek hatta olanı uygulamak bile çok zor.

Şöyle bir örnekle anlatmaya çalışayım. Malumunuz okullar açılıyor, bununla ilgili bir kampanya dönemindeyiz. Yapılan kampayaların büyük bir bölümünde “Okula Dönüş” sloganı kullanılıyor. Bu slogan “back to school” dan çeviri bir slogan. Ama çevirisi bile bizim düşünme yöntemlerimize uygun değil. Çünkü okulların başlangıç zamanlarının bizdeki karşılığı “Okullar Açılıyor”dur. İkisi bambaşka şeyler. Biz okula dönmeyiz. Biz de okullar açılır.


Tuhaf ama benim en korktuğum şeylerden bir tanesi bir sokak röportajına yakalanmak. Birden birinin sana mikrofon uzatarak hiç hazırlıklı olmadığın bir soru sorması. 1980’li 90’lı yıllarda modaydı Cumhurbaşkanlarımızı sırasıyla sayabilir misin? Ya da İstiklal Marşının ilk kıtasını söyler misin? Sizce Türkiye’nin en büyük sorunu nedir? gibi…

Son soruyu gerçekten cevaplamam gerekseydi. Geleceği planlayamamak derdim sanırım. Hep survivor modundayız. Bize her şey bugüne lazım diye diye çözemediğimiz sorun yumaklarının içinde yuvarlanıp gidiyoruz işte…

Bu konuyla ilgili röportaj video taraması yaparken Uğur Dündarın çok eski bir röportajına denk geldim. Biz nerde ne yapıyoruz boşluğuna düşürebilecek bambaşka bir dünyaya kısa bir ziyaret gibi…

Bir cevap yazın