Korona Günlerini OKUMAK

KORONA GÜNDEM

Size bu videoda;

Bugünlerde neler yaşıyoruz, bu yaşadıklarımız bizi nasıl bir geleceğe götürüyor medya verilerinden yararlanarak gündemi analizlemeye ve yorumlamaya çalışacağım.

Mart başında, Suriye’deki askeri operasyonlardan, göçmen sorununa birçok farklı başlıkla karşı karşıyayken şimdi artık neredeyse tek bir gündemimiz var.

“Korona”.

Şimdi konuştuğumuz konuların tümünün önüne “korona” açıklaması koymadan doğru bir bakış açısı edinmek mümkün değil.

Bugün bahsedeceğim konuların hepsi koronanın hayatımızda yaptığı değişiklikler ve bu değişikliklerin bizim hayatımızı nasıl etkilediği ile ilgili olacak.

Bizi Bekleyen Dönüşüm

Önce genel bir açıklama yapmam gerekiyor. Bu yaptığımız analizde verilere bakarak, önümüzdeki günlerle ilgili tahminler yapmaya çalıştık. Böylesi kriz zamanlarında bu tahminlerin yanılma payı hemen her zaman çok yüksek olur. Buna rağmen, şimdi ne yaşadığımızı anlamak için bu bakış açılarına ihtiyacımız var. Analizimizi bu amaç ve yöntem ile hazırladık.

Geleceği anlamaya çalışmak, bugünü anlamak için gerekli.

Medyayı genel olarak taradığımızda referans oluşturabilecek düşünce insanlarının önemli bir bölümü bugün yaşadığım şeylerin önümüzdeki dönem hayatımızı kalıcı olacak şekilde etkileyeceği konusunda hem fikir.

Evet elbette bu problemi de halledeceğiz ama bu problemi hallettiğimizde eski alışkanlıklarımız ve yaşam biçimimiz önemli bir şekilde değişecekmiş gibi görünüyor.

Bizim de analizimizi şekillendiren ana bakış açılarından birisi bu dönüşüm olacak.

Değişimin Sektörel Etkileri

Devletleri en temelde iki ana yapı oluşturur. Askeriye ve hukuk. Bu iki yapıyı sağlık, eğitim, tarım, turizm, enerji, bilim, teknoloji, medya vb. gibi sektörleşen başka yapılar takip eder. Bu yüzden hemen her ülkede askerler ve hukukçular ülke yönetiminde en çok söz sahibi olan insanlar olurlar.

Korona Günlerinde tüm devletler için bu yapılar çok hızlı bir şekilde yer değiştirdi.

Sağlık sektörü ve medya, özellikle dijital medya en öncelikli sektörlerimiz oldu. Bu sektörleri gıda, lojistik, bilim, teknoloji takip ediyormuş gibi görünüyor. Bu değişim alışkın olduğumuz yaşantı biçimlerimizde de önemli değişimlere yol açacak gibi.

Mesela artık alacakları kararları önemle beklediğimiz bir “bilim kurulumuz” var.

Devlet yönetiminde bilimsel bakış açısının politik tercihlerden öncelikli olması alışkın olmadığımız bir durum.

Son 1 haftada 300.000 sosyal medya paylaşımında BİLİM KURULU’ndan bahsedildi.

Son on yıldır sağlık sektöründe işletmecilerin yönetime geçmesinden kaynaklı önemli bir prestij kaybı yaşayan doktorlar prestijlerini son 20 günde büyük bir hızla geri kazandılar.

Bu pozitif etki artarak devam edecekmiş gibi. Bir sonraki seçimlerde, önemli bir miktarda milletvekilinin doktorlar ve bilim insanlarından çıkacağını tahmin etmek çok da zor değil.

Bilimsel verilerin hayatımızdaki önemi zaten giderek artıyordu. Korona bu süreci çok daha hızlandırdı. Popülist söylemleri olan insanların yerini gerçek ve kontrollü verilere hakim, konusunda uzman insanlar almaya başladı.

Bu dönemde yükseliş yaşayan sektörlerden bir başkası da tabi ki medya oldu.

Özellikle dijital platformlar hemen herkesin vazgeçilmez bilgi edinme alanlarına dönüştü.

Güvenilir bir “ana medyanın” bu dönemde ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu tekrar fark ediyoruz. Birkaç yıl öncesinde ana medya olarak konumlanmış basın kuruluşlarının da politik olarak daha belirgin bir taraf kayması zaten güven sorunu yaşanan medyaya güveni iyice azalttı. İnsanlar çeşitli alternatif medya kanallarına doğru kayma göstermeye başlamıştı. Bu fırsattan medya kuruluşu gibi çalışan kişilerin de yararlandığını biliyoruz. Bu kişileri infuluser diye de tarif edebiliriz. Bunların sonucu olarak haber içerikleri ya çok popilist içerikler barındırmaya başladı ya da güvenilirlik ve prestij açısından çok sorgulanır oldular.

Yaşadığımız günlere şeklini veren ana duygumuz doğal olarak “korku ve endişe”.

Özellikle medya ister istemez korku ve endişemizi yükseltecek içerikler paylaşıyor. Doğru iletişim yöntemlerinin ve doğru Türkçe kullanımının önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.

65 yaş üzerindeki insanlara sokağa çıkma yasağı dediğimizde. Sokakta yaşlıları kovalayan, azarlayan insanlar oluşurken, 65 yaş üzerindeki insanları korumaya alıyoruz dediğimizde çok daha farklı bir sorumluluk duygusu oluşur.

Kendinden sorumlu ebeveynlerini korumakla yükümlü olmak genç kuşak için yep yeni bir duygu. Bunun öğrenilmesi biraz zaman alacaktır.

Bu sadece konvansiyonel medyada karşımıza çıkmıyor.

Bireylerin de içerik üretebildiği dijital medya bu korkularımızı çok daha besliyormuş gibi görünüyor. Bu yüzden “medyayı” etik olmaya davet etmenin çok da bir önemi olmuyor.

Medya aracılığı ile bize ulaşan bizim kaygı ve korkularımızı arttıracak yalan ve manipülatif haberlere karşı kendimizi eğitmemiz gerekiyor. Bu yüzden doğru bir medya okur yazarlığı, bu dönemin mecburi koşullarından bir tanesi.

Bir gazeteci gibi,

bilgiyi aldığımız kaynağı kontrol etmek,

bilgiyi en az birkaç farklı kaynaktan karşılaştırmak,

anlayamadığımız ve yoruma ihtiyaç duyduğumuz yerler için kendimize doğru referanslar seçmek (mümkünse bu referanslar bilim insanlarından ve araştırmacılardan oluşmalı) düzgün bir medya okur yazarlığı için atılacak ilk adımlardan.

Özellikle WhatsApp üzerinden tanıdıklarımızın tanıdıklarının tanıdıkları aracılığı ile bize ulaşan haberler konusunda çoğunlukla çok hazırlıksız oluyoruz. Böyle haberle hiç bakmamanızı özellikle tavsiye edebilirim. Yalan haber, kaynağı kontrol edilerek ve ikinci üçüncü referanslarına bakılarak nispeten daha kolay ayırt edilebiliyor. Ama bu tarz kaynağı kontrol edilemeyen manipülatif haberler bizi duygusal olarak zor duruma sokabilirler.

Birinin canının yandığını görmek bizi de çok hızlı bir şekilde korku ve endişeye doğru yönlendirir.

Bu yüzden medya verileri ile hem kontrollü hem de az karşılaşmak, sadece güvenilir ve belli kaynaklardan bilgi edinmek bu süreci çok daha hızlı bir biçimde anlamlandırmamızı kolaylaştıracaktır.

Teyit.org, doğruluk payı gibi haber doğrulama kanalları size bu konuda çok yardımcı olacaktır.

Bu dönemi sağlıklı bir şekilde atlatabilmemiz için korku ve endişelerimizi yönetmeyi öğrenmemiz gerekiyor.

Korku ve endişe doğru kararlar almamızı engelleyerek, en başta kendimize ve yakınlarımıza, daha sonra da dışarıdaki insanlara zarar vermemize neden olabilecek sonuçlar doğurabiliyor.

Peki ya komplo teorilerine nasıl yaklaşacağız?

Bu dönemde sıklıkla karşımıza komplo teorileri çıkacak. Komplo teorisi yalan ve manipülatif haberden farklı bir içeriktir. Örnek vermek gerekirse: Bizim bir konuyu bilmemiz için gereken 10 adet bilgi var ama biz sadece 4 tanesini biliyoruz. Geri kalan 6 tanesini yorumluyoruz. Hatta bazen uyduruyoruz.

Komplo teorisi alternatif olasılıklar hesaplama açısından önemli bir bakış açısıdır, doğru olmadığı gibi direkt yalan olarak da tarif edilemez. Yani doğruluğunu ya da yanlışlığını ispatlayamadığımız, anlatıcısı tarafından yorumlanmış olan bir bilgidir. Komplo teorileri genel ve rahat zamanlarda bir konuyu farklı açılardan düşünmek için işlevsel ve anlamlı olabilir; fakat hayati önem taşıyan böyle kriz zamanlarında bizi eylemsizliğe iter. Korku ve kaygı seviyemizi yükseltir. Bu yüzden bu dönemlerde komplo teorilerine çok itibar etmemenizi tavsiye ederim.

Daha önce yaşadığımız krizlerden biliyoruz ki medyanın da etkisiyle biz duygusal medcezirler yaşarız. Yakın dönemde yaşadığımız depremler sonrası hepimizin depremden öleceği kaygısı, Suriye ile savaşa mı giriyoruz kaygısı, kuş gribinde ve domuz gribinde hepimiz ölümcül griplere mi yakalanacağız kaygısı hızlı bir şekilde bizi sardığı gibi aynı hızda da hayatımızdan çekildiler.

(Korona gündeminde, son 1 ayda 17.000 paylaşımda, Kuş gribine değinildi.)

Kendi kaygı ve korkularımızı yönetmek adına bu problemleri tek başımıza değil, tüm dünya ile birlikte yaşadığımızı hatırlamak bizi bu aşamada birazcık olsun rahatlatabilir.  

Gelecekle ilgili ilk defa hiç kimsenin tam olarak verebileceği bir cevap yok. Bu biraz da geleceği inşa etme sorumluluğu ve fırsatını bizlere veriyor.

Biz ne yaparsak kendi geleceğimiz de öyle şekillenecekmiş gibi görünüyor.

Bu yüzden şirketler olarak da bireyler olarak da taşın altın elimizi sokmalı ve üzerimize düşen neyse küçük büyük harekete geçmeliyiz. Küçük şeylerin büyük sonuçlar doğurabildiği zamanlardayız.

(Tüm dünyada, son 1 ayda, 500 milyonu aşkın paylaşımda CORONA geçti, genel olarak sosyal medyada kaç paylaşım yapıldığı biliniliyorsa, oranlayarak, bu detaya değinilebilir.)

Diğerlerinden farklı olarak bu sefer, süreç daha hızlı ve uzun olacakmış gibi görünüyor. Eğer birkaç ayın üzerinde bir zaman alacaksa, ki devam etkileriyle beraber daha da uzun sürebilirmiş gibi görünüyor, belli alışkanlıklarımızın, yaşam biçimimizin kalıcı bir şekilde dönüşeceğini de kabullenmemiz gerekiyor. Bu değişimlerin neler olacağını hep birlikte öğreneceğiz fakat genel olarak ortaya çıkan ve çıkacak olan kalıcı dönüşümlere hazırlanmamız gerekiyor. Süreci hızlı bir biçimde kabullenmek, uyum sağlamak ve bu dönüşüme nasıl katkıda bulanabileceğimize adapte olmak bizi korku ve kaygılarımızdan uzaklaştıracaktır. Bu nedenle, benim bu döneme katkım ne olur, diye sormalı kendimize.

(Bağış kampanyalarına değinilebilir, web sitemizde buna dair haber yayınladım)

Bu süreç, kimlikler üzerinde oluşturulmuş politikaların tümünü askıya aldı. Sadece bölgesel veya ülkesel çapta değil. Tüm dünya olarak aynı sorunu yaşadığımız için ilk defa, biz dediğimizde ülkemizdeki tüm insanları ya da dünyadaki tüm insanları kast edebiliyoruz. Bunu yeni uzlaşma zeminleri yakalayabilmek için bir fırsat olarak görmek mümkün.

Bu kriz dönemleri hem insanları hem de kurumları tanıma açısından da bize önemli bir fırsat tanıyor.

Korku ve kaygılarına yenilerek içe kapananlar

hep beraber yaşadığımız bu problemi iyileştirmek için katkıda bulunmaya çalışanlar ve

fırsatçılar

diye 3 ayrı modelle karşılaşabileceğimizi düşünüyorum.

Aynı zamanda kurum ve şirketlerin ne kadar büyürse, o kadar yavaş ve daha az zeki olduklarını da şu dönemde çıkarabilmek mümkün. Bu yüzden özellikle daha küçük yapıların ve bireylerin hareket etme ve çözüm üretme dönemindeyiz. Dünyanın ortak yaşadığı bu büyük problemi çözmek için çalışan insanların hayatını kolaylaştırmak için çalışan herkes gerçekten dünya için çalışıyordur.

Türkiye’de, çalışan insanların %50’sinden fazlası hizmet sektöründe çalışıyor. Bu insanların bir bölümü evden çalışabilme koşullarına uygun olduğu için işlerini evden yürütmeye başladı. Bunun adaptasyonu ile alakalı birçok yeni sorun yaşıyoruz çünkü bu değişiklik hayatımızda önemli farklılıklar oluşturuyor.

Farklılıkların önemli olanlarından biri de hane halkı ile hiç bu kadar uzunca zamanı birlikte geçirmemiş olmamız. Çin’deki örneklerden gördüğümüz üzere hem boşanmaların hem de çocuk sayısının bu dönemde artması mümkün. 

Dönüşümün bir parçası olarak, birçok insan ve birçok şirket evden çalışmanın da mümkün olacağını fark edip çalışma modellerini salgın sonrasında da buna dönüştürecektir diye düşünüyorum.

Kalabalık dijital toplantılar, görüntülü konuşmalar yapmak gibi dijital ortama uygun iş hayatı, yeni kuralları ve kültürleriyle hayatımıza girecek. Bu konularda yepyeni kültürel davranışlar ve hikayeler oluşacağını ön görüyorum. Küçük ara tavsiyelerden bir tanesi: Eğer iş modeliniz evden çalışmaya uygunsa;

evde düzgün ve nitelikli dijital toplantılar yapabilmek için küçük bir stüdyo hazırlamanızı, ışık ve ses gibi teknik sistemlerinizi kontrol edip ayarlamalar yapmanızı, buna uygun programları nasıl kullanacağınızı öğrenmenizi kesinlikle tavsiye ederim. Siz evde de olsanız dijital ortamda toplantı yaptığınızda toplantı yaptıklarınıza karşı nasıl göründüğünüz önemli olacaktır.

Bu dönemde yeni yaşadığımız şeylerden bir tanesi de evde kapalı kaldığımız için vaktimizin çoğalması, bunun karşılığında gündemimizin de tek bir konuya inmesi. Son 10 yıldır sosyal medyanın, dijital iletişimin, fırsatlarıyla beraber çok kalabalık bir gündemle karşı karşıya kalıyorduk. Etkinlikler, magazin, siyaset dünyasının en azından 20 ye yakın farklı problemi… ana sorunumuz gündeme yetişememekti. Şimdi ise neredeyse tek bir gündemimiz var ve bu gündemle ilgilenebilmek için tonlarca boş vaktimiz var. Bu da bizim korku ve endişelerimizi çok fazla hissetmemize neden oluyor.

Çeşitli meslek gruplarından insanlar tarafından yapılan Canlı yayınlar arttı

Kişisel olarak yaşayacağımız önemli değişimlerden bir tanesi öz disiplinle ilgili olacak. Evden çalışmaya başlayan insanların en çok üzerine soru sorduğu konulardan biri bu oldu.

Önümüzdeki dönemi öz disiplin konusunda kendimizi sorgulayarak geçirmek zorunda kalabiliriz.

Şimdiye kadar hayatımızdaki alışkanlıkları ve rutinleri bizim dışımızdaki sistemlerin oluşturmasına ve yönlendirmesine çok alışkınız. İş mesaimiz, servislerin kalkış vakti, trafik saatleri, okul hayatındaysanız ders saatleri… Bizi yöneten ve hayatımızın alışkanlıklarını belirleyen kurallardan.

Evde kapalı kaldığımız bu süreler boyunca en çok zorlandığımız şeylerden bir tanesi bir başka sistemin bizi yönlendirmesi olmadan kendi kendimize kurallar koymak ve disipline etmek. Bu dönem kendimizi gerçekleştirmek, geliştirmek, yeni şeyler öğrenmek, yıllardır ertelediğimiz birçok şeyi yapmak için bir fırsat dönemi olabilir. Tabi eğer öz disiplinimizi geliştirebilir ve disiplinli bir şekilde bir dış baskı ya da stres olmadan kendimizi çalışmaya motive edebilirsek. Öz disiplinin önemli köklerinden bir tanesini de söylemeden geçmeyelim,

evde kendimize yeni rutinler oluşturmak başlangıç için çok iyi olabilir.

Bir sonraki güne başlamadan önce planlama yapmak,

günlük tutmak,

gün içerisinde evde de olsanız belli rutinler oluşturmak

ve mümkünse sizin için anlamlı bir amaç edinmek bu süreci sağlıklı atlatmak açısından önemli.

Yakın dönemde yaşayacağımızı varsaydığımız önemli farklılıklardan bir tanesi ise şimdiye kadar alışkın olmadığımız biçimde şirketler yetenek ortaklıkları kullanmaya başlayacakları yönünde. Bu bizim şimdiye kadar bildiğimiz ortaklık modellerinden farklı olacak. Şirketler en yetenekli olduğu unsurları bir araya getirerek farklı sosyokültürel gruplara hitap etseler bile birlikte hizmet ve ürün üretmeye çalışacaklar.

Bunun ilk örneklerinden bir tanesini Kiğılı’nın ev ürünleri satışında gördük. Bir markanın lojistik becerileri ile başka bir markanın tedarik gücü bir araya gelerek yepyeni bir hizmet modeli oluşturabildi.

(Kiğılı’nın bu hareketi, sosyal medyada “krizi fırsata çevirmek olarak da yorumlandı/marka ile ilgili son 1 haftada 7.500 paylaşım yapıldı)

Markalaşmanın oluşturduğu aşırı prestij duygusu bu dönemde çok da önemsenmeyecekmiş gibi görünüyor.

Genel veri akışından anladığımız kadarıyla bu kriz döneminde önemli sayıda insan aileleri ile evlerini birleştirdi. Hem ekonomik riski azaltmak hem de psikolojik olarak kendini daha güvenilir bir alana almak için insanlar birinci adımda ailelerinin yanına taşındılar. Ekonomik anlamda yaşayacağımızı varsaydığımız küçülmeyi ve evden çalışmanın getirdiği fırsatı göz önünde bulundurarak bu sürecin artarak devam edeceğini öngörüyoruz.

Üniversite öğrenciliğinde görülen ev arkadaşlığı modelleri, yaşları daha yüksek insan gruplarında da yaşanacak diye düşünüyorum. Gelecekle alakalı bir şey söylemenin zor taraflarından bir tanesi yaşadığımız değişimlerin büyüklüğünü fark edemememiz. Geçtiğimiz 5 yıla bakıyor olsak aslında teknolojik olarak kültürel alışkanlıklarımız açısından çok büyük değişiklikler yaşamış olmamıza rağmen bunları adım adım değiştirdiğimiz için bu değişimin etkisini ve gücünü fark edemiyoruz. Bu geçirdiğimiz ve önümüzdeki geçireceğimiz varsaydığımız dönem bu etkiyi çok daha hızlı yaşayacağız. Önemli ve büyük değişiklikler yaşayacağız ve kısa süre sonra bu değişimler bize normal gelecek.

Bu dönem şirketler açısından fırsat bakış açısı ile bakma zamanı değil; nasıl yardım ederim, nasıl katkı sağlarım, problemleri nasıl çözerim bakış açısı geliştirme zamanı. Her şeye kendi gücümüz yetmeyebilir, bu yüzden başka şirketlerle ortak çalışmalar yapılabilir. Sosyal organizasyonlarla ortak çalışmalar yapılabilir.

Ünlü yas uzmanı Elizabeth Kübleross, bu süreci atlatmak için geçirebileceğimiz aşamaları şöyle sıralamış:

Birincisi: İnkar dönemi, virüs bana bir şey yapmaz dediğimiz zaman.

İkincisi: Öfke dönemi, beni evde oturtmak zorunda bırakıyor. Bütün aktivitelerimi elimden alıyor.

Üçüncüsü: Pazarlık dönemi, İki hafta evimden çıkmazsam her şey normale dönecek dimi?

Dördüncüsü: Depresyon dönemi, bunun ne zaman biteceğini bilmiyorum.

Beşinci dönem: Kabullenme, bu virüs var bununla nasıl yaşayacağımı öğrenmeliyim.

Ben henüz pazarlık döneminde olduğumuzu düşünüyorum. Depresyon sürecini hızlı halletmek ve virüsün varlığını kabul ederek hayatımızı bu koşullara göre tekrar düzenlememiz gerektiğini düşünüyorum.

İster istemez salgın süreci moda ve estetik algılarımızda da değişikliklere yol açacak. Mesela, tanıdığım erkeklerin büyük bir çoğunluğu sakal ve bıyıklarını kesmek zorunda kaldılar. Kadınlarda ise saç boyayamama sıkıntısı yaşandığı için beyaz saç ve gür kaş moda olabilir.

Bir cevap yazın